Bu üründen 30 adet satılmıştır.
| Dergi: Yedikıta | Fiyat: 20,00 TL | |
YEDİKITADAN...
İslâm tarihi boyunca “mukaddes topraklar” denildiğinde akla sadece coğrafî bir bölge değil; Müslümanların inançlarına, kültürlerine ve medeniyetlerine beşiklik etmiş mekânlar gelir. Başta Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs-i Şerif; milyonlarca Müslüman için ibadetin, duanın ve maneviyatın merkezi olmuştur. Tam da bu yüzden, bu topraklara hizmet eden devletler, aradan asırlar geçse de siyasî ve askerî güçlerinden ziyade, gönüllerde kurdukları tahtla hatırlanır. İşte Selçuklular, bu manada adını kalplere altın harflerle yazdıran bir medeniyet olarak karşımıza çıkar.
1040 yılında fiilen kurulan Büyük Selçuklu Devleti’nin namlı hükümdarı Tuğrul Bey, 1055’te Bağdat’ta Abbasî halifesini ziyaret etmişti. Halife, bu ziyaretin şerefine, Tuğrul Bey’in adını da hutbelerde kendi adıyla birlikte okutmuştu.
11. asırda siyasî birliklerini sağlayıp güvenliği tesis eden ve yolları emniyete alan Selçuklular; hacıların ve ziyaretçilerin mukaddes topraklara ulaşımını kolaylaştırmış, bölgeyi imar etmiş, vakıflar kurarak bu hizmetlerini kalıcı hâle getirmişlerdir. Muhakkak ki onların bu bakış açıları, iktidar hevesiyle değil, bilakis inançla ve samimiyetle yoğrulmuş bir sorumluluk anlayışıdır. Çünkü diğer İslâm devletlerinde olduğu gibi Selçuklular için de mukaddes topraklara hizmet etmek, Allah’a hizmet etmenin en yüce yollarından biriydi.
Hicaz yollarının onarımından Kudüs’ün korunmasına, kervansaraylardan çeşmelere kadar uzanan bu hizmetler, aslında bir medeniyet vizyonunun parçasıdır. Selçuklu hükümdarları ve devlet adamları, askerî ve siyasî başarılarının yanı sıra adaletleri, vakıfları ve dinî hassasiyetleriyle de çağlarının ötesinde iz bırakmışlardır. İstifadeler dileriz.